DAHİLERİN SIRLARI NEDİR?

Mozart, Picasso, Einstein, Darwin gibi dahilerin bizlerden ne farkı var? Onların yapmış oldukları buluşların, bütün o fikirlerin altında yatan sırlar neler olabilir? Bu sorulara cevap olarak genetik yapıdan sezgilere kadar pek çok faktörü sebep olarak gösterebiliriz.

İlk olarak bahsedilmesi gereken nokta, dahilerin sahip olduğu düşünülen ‘epizodik bellek’ olarak tabir edilen bellek tipidir. Bu bellek bilgisayarların hard diskleriyle karşılaştırılabilecek seviyede, bilgileri kalıcı olarak depolama özelliğine sahip olan bir bellektir.

Fransa’da Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi ve Louvain Üniversitesi’nin ortak yürüttüğü bir çalışma ile en karmaşık matematik hesaplamalarını kafasında yapabilen, bir Alman genci (Rüdiger Gramm) ve ona yaşıt 16 başka insanlar denek olarak kullanılarak bir araştırma yapıldı. Deney sırasında hem Alman gencinin hem de diğer 16 deneğin verilen matematik problemlerini zihinlerinde yapmaları istendi. Kamera görüntüsüyle beyinlerindeki görüntüler takip edildi. Yapılan karşılaştırmalar sonucunda, Alman genci ile diğer deneklerin beyinlerinde farklı bölgelerin harekete geçtiği saptandı. Beyinde, uzun süreli bilgiyi depolayan belleği etkileyen 5 bölge gözlendi. 6 deneğin beyni en fazla 10 veriyi içerebilen sınırlı bir belleğe sahipken, Alman gencinin çok fazla miktardaki bilgiyi aklında tutabildiği belirlendi.

 Epizodik olarak adlandırılan bu kalıcı belleğin, kişinin bireysel deneyimleriyle yakından bağlantılı bir özellik taşıdığı tanımlandı. Yani, deneyler sonucunda görüldü ki, uzun süreli egzersizler yapılan beyinde, harekete geçen bölgelerde değişiklik oluşturulabilir. Bir mantık problemi çözümünde algılama hatası yapan (deneklerin %90lık bir bölümü) kişilerin, yanlışlarını düzeltmeleri için bir egzersiz programına tabi tutulduklarında, çoğunlukla beyinlerinin farklı bölgelerini kullanmaya kendilerini zorlayarak doğru cevabı bulabildiği görülmüştür.

Bu durum, kişilerin yoğun egzersiz programlarıyla beyin faaliyetlerini kökten değiştirebileceğinin bir göstergesiydi. Tüm bu deneylerden elde edilen sonuçlar da, bilinen tüm dahilerin, zamanlarının belli bir bölümünü bir konuya odaklanarak farklı yetenekler ortaya çıkarmaya ayırıp, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar olup olmadıkları konusunda kocaman bir soru işareti oluşturuyor. Hatta Edison ve Tesla’nın da hayatlarındaki diğer pek çok şeyden kendilerini soyutlayarak işlerine odaklanmaları bu konuya örnektir.

Dahi kişiler, tek bir konuda üstün bir yetenek sergilerken, diğer bazı konularda vasat bir zeka düzeyinde kalabiliyorlar. Einstein’ın çok geç konuşmaya başlaması, hatta olgun yaşlarda bile düşüncelerini sözcüklerle ifade etmekte zorlanması bu noktada örnek gösterilebilir.

Entelektüel kapasitenin oluşumunda, psikolojik, çevresel faktörler dışında bir de genetik yapının belirlediği organik özelliklerin rol oynadığını belirten nörobiyolog Jean Pol Tassin, zekanın oluşumunda iki farklı yöntemin rol oynadığını vurguluyor; örneksemeli ve bilişsel. Örneksemeli yöntemde, bilgi kişinin farkına varamayacağı kadar hızlı bir şekilde işlenmekte. Bilişsel yöntemde ise tam tersine, bilgi kalıcı olup bilinçli bir şekle bürünüyor. Bilişsel yöntem prefrontal korteksten kaynaklanıp, bu bölgenin olgunlaşmasıyla gelişiyor. Bazı kişiler de organik kapasiteleri daha elverişli olduğu için, bilişsel yöntemlerle öğrendikleri bilgileri diğerlerine göre daha uzun süre akıllarında tutabiliyorlar. Alman gencinin kendisine verilen matematik hesaplarını kafasından hemen yapması bu sebepten kaynaklanıyor.

Bir de dahilerin bazılarının sahip olduğu manikdepresif psikoz hastalığı bu durumu tetikliyor olabileceği düşünülmekte. Van Gogh, Hemingway, Edgar Poe, Virginia Woolf bu isimlere örnek olarak verilebilir. Sıradan insanlarda %1 oranında görülen bu hastalık sanatçı ve dahilerde %10 oranında görülmesiyle dikkat çekiyor. Bu hastalığın ilk evresinde çok büyük heyecanlar yaşayan kişiler kendilerini mutlu hissedip, yoğun bir entelektüel aktivite sergileyebiliyor. Bu süreçte noradrenalin salgılanması söz konusudur. Bu dönem yapay ortamlarda, kişilere anfetamin verilerek de sağlanabilir. Bu yoğun uyarı sürecinin ardından nöronlar sessizleşir ve kişi hastalığın ikinci evresi olan depresyon evresine girer. Buna göre, oluşan deha durumu ya doğuştan geliyordur ya da sonradan çeşitli çevresel etmenlerle, hastalıklar sonucu elde ediliyordur.

Dahilerin sahip olduğu sezgileriyle, ortaya çıkardıkları yaratıcılıkları da belli bir süreçten geçerek son halini almıştır. Science et Vie dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, yaratıcılık süreci, bilginin uzun süre bilinçsiz işlenmesinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Nörobilim uzmanı Claire Petitmengin’ın da belirttiği gibi bazı sorunların çözümünde bilinçsiz, bilişsel mekanizmaların rasyonel, bilinçli düşünceden çok daha etkili olabildiği biliniyor. Bilinçli düşünce, daha çok önceden belirlenmiş uygulamalar gerektiğinde etkili olabiliyor.

Sonuç olarak dahilerin bu herkesinkinden farklı olan zekaları, odaklandıkları tek bir konudan kaynaklı bilinçli bilinç oluşturmaları, genetik yapıları, biraz bilinçsiz bilgiyi öğrenmeyi sağlayan yaratıcılıklarından ve belki biraz da hastalıklarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
                                             
                                                                 BilimCELL             2013


Share:

0 yorum