Yaşamın Sırrı DNA Kitabının Yazarı Bahri KARAÇAY ile Röportaj

Prof. Dr. Bahri KARAÇAY İle Röportaj 

Bahri Karaçay
Erzurum doğumlu olup şuan A.B.D .’de Iowa Eyalet Üniversitesi Pediatri Bölümü, Çocuk Nörolojisi kürsüsünde Öğretim Üyesi olan Türkiye’ nin de yakın zamanda katıldığı T.V. ve Radyo programlarından tanıdığı Prof. Dr. Bahri KARAÇAY hocamızla bir söyleşi yaptık. Hocamıza çok yoğun temposu arasında bize ve sorularımıza vakit ayırdığı için teşekkür ederiz.



1-) 1985’te Atatürk Üniversitesi’ nden dönem birincisi olarak mezun olmuşsunuz. Mezun olduktan sonra günümüze kadar ki eğitim ve iş hayatınızda geçen süreci anlatır mısınız, neden bu alanda kendinizi geliştirmek istediniz? Akademik kariyeriniz sırasında karşılaştığınız zorluklar nelerdir?

Bahri Hoca;  Fakültenin son sınıfındayken, o günlerde bölüm başkanı olan, ülkemizin yetiştirdiği çok değerli bilim insanlarından Prof. Dr. Ayhan Aksoy mezuniyetten sonra bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmamı teklif etmişti.  Ben de zaten fakültede kalıp öğretim üyesi olmak istiyordum.  Akademik hayatım böylece başlamış oldu.  Araştırma görevliliğimin ilk iki yılında Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsünden master derecemi aldım.  Bundan kısa bir süre sonra Alman Hükümetine bağlı “Deutsche Stiftung für ınternationale Entwicklung” dan bir yıllık bir burs kazandım.  Bu bir yıllık sürenin ilk dört ayı intensif Almanca kursu ile geçti. O güne kadar yabancı dilim ingilizceydi ve almanca bilmiyordum. Ancak bu dört aylık yoğun kurstan sonra günlük konuşmaları çok rahatlıkla yapabilir hale geldim. Almanlar dili nasıl öğreteceklerini çok iyi biliyorlar.  Almanca kurşundan sonra Bonn şehrindeki “Friederich Wilhelm Üniversitesi”ne bağlı “Institute für Tierernahrung” ta bilimsel çalışmalar  yaptım.  O günlerde genetik mühendisliği daha yeni yeni duyuluyordu ve bu konuya karşı aşırı derecede ilgi duyuyordum. Bu konuda okuduğum ilk kitap ta almancadır ve hala saklarım.  Kariyerimi genetik mühendisliği alanında yapmaya orada karar verdim. Ziraatten ayrılmam gerekiyordu ve yepyeni bir dalda uzmanlaşmam söz konusuydu. Bunun için de en iyi yer Amerika’ydı. Çünkü Amerika’da bir dalda master veya doktora yapmadan önce o daldaki en son bilgileri öğrendiğiniz dersler alıyorsunuz ve daha sonra o konuda araştırma yapıyorsunuz.  Master ve doktora eğitimi almak üzere 1990 yılında ABD’ye geldim. Ohio State Üniversitesine bağlı çocuk hastanesinde, bir çeşit kalıtsal anemi üzerinde genler düzeyinde yaptığım bilimsel çalışmalarla, 1992 yılında master ve 1996 yılında doktora derecelerimi aldım. Bir süre hastanede araştırmacı bilim insanı olarak çalıştım. 2000 yılının başında beri de İowa Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk neurolojisi kürsüsünde çalışıyorum.

Zorluk konusunu sordunuz. ABD’de bilimsel çalışmalarınız için devamlı olarak proje desteğine ihtiyacınız var. Proje destekleri, sınırlı miktardaki bütçeden pay almaya çalışan bilim insanları arasındaki rekabet sonucuna göre veriliyor.  Özellikle son yıllardaki ekonomik problemlerden dolayı bilimsel projeler için ayrılan para azalırken rekabet eden bilim insanı sayısı da arttı. Bu nedenle destek almak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Türkiye bu açıdan çok daha iyi durumda.  Araştırmaya ayrılan destek miktarı son yıllarda önemli düzeyde arttı.  AB fonları da Türkiye’den gelecek projelere açık.  Problem kaynak eksikliğinden değil, daha çok yeterince proje başvurusu yapılmamasından kaynaklanıyor.   

 

2-) Geçtiğimiz yıllarda bir süre Türkiye’deydiniz, TV programlarına katıldınız. Halkımızın moleküler biyoloji ve genetik alanına olan ilgisini gelen sorulara bakarak nasıl buldunuz?

Bahri Hoca; TÜBİTAK’ın davetlisi olarak 30’uncu Uluslararası Kitap Fuarında hem bir konuşma yapmak hem de geçtiğimiz yıl TÜBİTAK popüler bilim kitapları arasında yayınlanan “Yaşamın Sırrı DNA” adli kitabımı imzalamak üzere gelmiştim. Kitap fuarı yanında iki üniversite ve dört fen lisesinde de “Genetik devrim ve geleceğimiz” konulu konferanslar verdim. Bahsettiğiniz gibi radyo ve TV’de röportajlara katıldım.  Türkiye’de bu konulara karşı çok büyük bir ilgi olduğunu gördüm. Sanırım kitabımın ilk iki baskısının bir yıldan az bir sürece tükenmiş olması bunu en iyi göstergesi. Üçüncü baskısı çıkmak üzere.  Özellikle gençler arasında genetik mühendisliğine karşı çok büyük bir ilgi var.  Hemen herkesin bu konularda kafasını kurcalayan soruları var, örneğin kansere çare var mı, ömrümüz uzayacak mı, veya nedir bu kök hücre dedikleri, mutluluk geni diye bir şey var mı?  


3-) Türkiye’de bu alana yapılan yatırımlar gözlemlerinize göre ve diğer ülkelere oranla şuan ne seviyede?

Bahri Hoca; Türkiye’de bu alana yapılan yatırımlar şimdilik üniversitelerle sınırlı. Batı Avrupa ve Amerika’da yüzlerce hatta binlerce biyoteknoloji şirketi varken ülkemizde bu tür çalışmalar üniversitelerle sınırlı, sadece sınırlı sayıda kurulma aşamasında özel şirket var. Bununla birlikte uluslararası düzeyde tanınmış bilimsel dergilerde yayın yapan bilim insanlarımız da var.  ODTÜ, Hacettepe, Boğaziçi, Bilkent ve Yeditepe Üniversitelerinin ilgili bölümlerini bu konuda başarılı programlar arasında gösterebilirim.  Atatürk Üniversitesi’ nde de önemli düzeyde altyapı oluştuğunu gördüm. Diğer pek çok üniversitede de moleküler biyoloji ve genetik bölümleri açılmış veya açılıyor.  Zamanla bu bölümlerin oturmasıyla önemli çalışmaların altına imza atılacağını tahmin ediyorum.

Bahri Karaçay

4-) Moleküler biyoloji ve genetik Türkiye’de henüz çok yeni bir alan olsa da dünyanın bazı ülkelerinde daha ileri düzeyde çalışma ve araştırmalar yapılıyor. Bu çalışmalardan birkaçını anlatabilir misiniz?

Bahri Hoca; Bildiğiniz gibi İnsanlık ilk defa 2000 yılında sahip olduğu genetik materyali çözerek kendi kodunu okumayı başardı. Bu olağanüstü gelişmeyle kapılarımızı yepyeni bir çağa, gen çağına aralamış olduk. İnsanoğlunun bu tür bir bilgi ile kuşanmış olması, şüphesiz tıbbi uygulamalarda da köklü değişiklikleri beraberinde getirecektir. Şimdiye kadar tıpta uygulanan genel yaklaşım, aynı hastalığa yakalanmış kişilere, o hastalık için etkili olduğu bilinen ilaçların verilmesidir. Böyle bir uygulamanın temelinde hastaların kişisel farklılıklar değil hastalık belirtileri yatmaktadır. Moleküler yaşam bilimlerinde elde ettiğimiz gelişmelerle, hastaların genetik farklılıklarının, kullanılan ilaçların etkili olup olmayacağını belirlemede çok önemli olduğunu öğrendik. Ayrıca pek çok hastada çok iyi sonuç veren ilaçların bazı hastaların ölümüne dahi neden olabildiğini gördük. Örneğin aynı tür kansere yakalanmış pek çok hastada hiçbir etkisi olmayan bir ilacın diğer bir grupta mucizeler yarattığını gördük. Bütün bu gelişmeler hastanın tedaviye vereceği cevabı belirleyen genetik yapısının çok önemli olduğunu ve dikkate alınması gerektiğini gösteriyordu. 21’inci yüzyılda klasik tip uygulamaları yerini “kişisel tıp” a bırakacaktır. Kişinin el kitabı, ona hangi ilaçların daha iyi geleceği ve hangilerinin ise yaramayacağını da gösterecektir.  Bu öngörüşle yola çıkan bilim insanları doğan her çocuğun gen haritasını belirlemeyi ve bu olağanüstü bilgiye bin dolar gibi düşük bir ücretle ulaşmayı hedef seçtiler. Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda çok yakın bir gelecekte bu hedefe ulaşacağımızı rahatlıkla söyleyebilirim.
            Genetik mühendisliğinin yaşama uygulanması ile araştırma safhasında olsa da  olağanüstü başarıların altına imza atıldı. Örneğin gen tedavisi ile kör doğmuş bir çocuğun görmesi sağlandı, kök hücrelerinden yola çıkılarak laboratuvarda büyütülen soluk borusu ile veremden soluk borusu tahrip olmuş bir hastanın sağlığına kavuşması sağlandı. Yine bu dalda elde edilen bilgilerle hangi kanserlere hangi genlerdeki bozuklukların neden olduğu öğrenildi ve o genlere yönelik geliştirilen ilaçlarla bazı kanserlerin tedavisinde olağanüstü başarılar elde edildi. Bu örneklerin sayısını artırmak mümkün.


5-) Kariyeriniz incelendiğinde moleküler tıp alanında özellikle çocuk sağlığı üzerine çok değerli çalışmalar yaptığınız görülüyor. Şimdiye kadar ki bu ve benzeri alanlarda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

Bahri Hoca; Şu andaki araştırmalarımız nörolojik doğum kusurları üzerinde yoğunlaşıyor. Gelişmekte olan beyni kimyasal ve biyolojik teratojenlere (zarar veren madde) karşı nasıl koruyabileceğimiz sorusuna cevaplar arıyoruz. Bunlardan biri LCMV (lymphocytic chorıomeningıtıs virüs) adlı bir  virüsün anne karnındaki bebeğin beyninde meydana getirdiği hasarlar. Fareler bu virüsün taşıyıcısı. Anne adayı bu virüsü taşıyan fare artıkları ile temasa geçtiğinde virüs bulaşabiliyor ve genelde soğuk algınlığına benzer semptomlar ortaya çıkıyor. Fakat eğer virüs fetüse ulaşırsa onun beyninde önemli düzeyde hasara neden oluyor. Biz araştırmamızda bu virüsün beyni nasıl tahrip ettiğini öğrenmeye çalışıyoruz. Uzun süreli amacımız bu bilgileri öğrenip beyni bu ve benzer virüslere karşı korumanın yollarını bulmak.
Özellikle Batı Avrupa ve ABD de önemli bir problem hamile kadınların alkol tüketmesi sonucu doğan çocuklarda geri zekalılığın ortaya çıkması. Biz araştırmamızda alkolün bebeğin beyin hücrelerini nasıl tahrip ettiğini ve bunu önlemenin yollarını öğrenmeye çalışıyoruz.
Bir diğer çalışmamız da gen tedavisine yönelik. Beş yaşın altında çocuklarda görülen ve bir sinir sistemi kanseri olan neuroblastomaya ve yine beyni etkileyen ve giderek kötüleşerek hastanın ölümüne neden olan Alexander Hastalığı için gen tedavisi geliştiriyoruz.


6-) Türkiye’nin bilim alanında dünyada ki yerini nerede görüyorsunuz, geçmesi gereken aşamalar sizce nelerdir?

Bahri Hoca; Genelde maalesef olması gereken düzeyin çok gerisindeyiz. Uluslararası bilim camiasında tanınmış çok az bilim insanımız var. Bilim yuvaları olan üniversitelerimizin pek çoğunda gerçek anlamda bilime önem verilmediğini gözlemledim. Üniversitelerimizde bilim kültürünün, bilim geleneğinin yerleşmesi gerekiyor.  Gerçek anlamda bilime önem verildiğinin göstergeleri; her gün değişik üniversitelerden gelen bilim insanlarının değişik konularda konferanslar vermesi, lisans öğrencilerinin dahi laboratuvarlarda gerçekleşen bilimsel çalışmalara katılması, yıl boyu değişik fakülte ve bölümlerin “Araştırma günleri” düzenlemesi, bilimsel başarısındandan dolayı öğrencilerin ve bilim insanlarının maddi olarak ödüllendirilmesi, üniversite ve sanayi arasında ortak araştırmaların yürütülmesi gibi somut gerçeklerdir.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Son yıllarda sınırlı sayıda sözde bilim insanının sahtekarlık yaparak yabancı bilim dergilerinden çalıntı bilgileri bir araya getirip uluslararası düzeyde prestijli bilimsel dergilerde yayınlamaları ülkemizin bilimine çok büyük darbe oldu. Bu “bilimde sahtekarlık” imajını silmemiz eminim yıllar alacak.  


7-)  Üniversitemizde verdiğiniz seminerde Türkiye’de yapılmasını önerdiğiniz yasal düzenlemelerden bahsetmiştiniz. Hatta bu mevzuda üst düzey yetkililere mektup yazdığınızı belittiniz. Önerilerinizin içeriği neydi, o mektuptan günümüze kadar bu konuda ülkemizde herhangi bir adım atıldı mı?

Bahri Hoca; Bahsettiğiniz konu DNA’ya bağlı ayrımcılığın önlenmesi ile ilgili yasal düzenlemenin yapılmasıydı. Genlerimiz hakkında elde ettiğimiz bilgiler arttıkça bu bilgiyi çıkar amacı ile kullanacaklar için de malzeme üretilmiş oluyor. Çünkü insanın gen haritasına bakarak onun hakkında çok şey söyleyebiliyorsunuz. ABD de bazı şirketlerin bu bilgileri insanları ise alırken kullandıklarına dair söylentiler çıktı. Yine ABD’de sağlık sigortası özel olduğu için sigorta şirketlerinin pek çok insanı sigortalamayı reddetmesi söz konusu oldu. Bu tür DNA’ya dayalı ayrımcılığı önlemek için ABD hükümeti hemen harekete geçerek genetik bilginin bu şekilde kullanılmasını kanunen yasakladı. Böyle bir kanunun ülkemizde de yürürlüğe girmesi beni çok mutlu edecek. Konuştuğum ilgililer “önemli bir konu” demekle yetindiler. Sözün ötesine gidemedi maalesef. Umarım okurlarınız arasında bu konuda bir şeyler yapacak yetki ve sorumluluğa sahip kişiler vardır.

8-) Bu alanda ilerlemek isteyen öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?

Bahri Hoca; Öncelikle çok iyi düzeyde ingilizce öğrenmelerini tavsiye ederim. Çünkü bilim dili ingilizce. Alman, Japon, Türk, Fransız, Çinli, Mısırlı vs… her bilim insanı araştırma makalelerini ingilizce olarak yayınlıyor. Kendi alanlarındaki gelişmelerini takip etmelerini, çok okumalarını tavsiye ederim. Bilimi sahiplenmelerini, yani bilim batının mali bir sadece kendi şartlarımıza uyguluyoruz gibi bir yaklaşımı reddetmelerini ve insanlık bilimi için katkıda bulunmayı hedef seçmelerini tavsiye ederim. 

Bahri Karaçay
9-) Bilim insanı olmanızın yanında müzisyen kimliğinizle de biliniyorsunuz. Müziğin size ve yaşamınıza kattıkları nelerdir?

Bahri Hoca; Müziğe 13 yaşımda Erzurum Halk Oyunları Halk Türküleri Turizm Derneğinde başladım. Bir ara TRT Erzurum Radyosu Halk müziği korosunun da üyesiydim. O yıllarda yaptığım bazı kayıtlarımın TRT arşivlerine alınmış olması, müzik konusundaki en büyük başarım sanırım. Aziziye tabyalarından dadaş kıyafeti ile okuduğum “Göç Göç Oldu” uzun havasını yıllar sonra bile olsa hatırlayanlar olduğunu duymak benim için büyük bir mutluluk kaynağı. Müzik, yaşantımın hep önemli bir parçası oldu. Müziksiz bir hayat düşünemiyorum.


10-) “ TÜRKANA” adında bir müzik grubunuz olduğunu biliyoruz Bize grubunuzdan, nasıl bir araya geldiğinizden ve yaptığınız müziklerden bahseder misiniz?

Bahri Hoca; TÜRKANA (TUR-KA-NA diye okunuyor) aslında özü orijini Türk demek. İlk grubumu doktora yıllarımda kurmuştum. İlk CD’miz “Keyfim Yerinde” yi de o grupla çıkarmıştım. O CD de yer alan 13 parçadan 6’sı benim kendi bestem. İşimden dolayı İowa eyaletine taşınınca ikinci TÜRKANA’yı kurdum. Şu anda grubumun beş elemanı var. Diğer dört arkadaş ta çalıştığım tip fakültesinde profesörler. Konserlerimizde espri yapıp eğitim düzeyi en yüksek Türk müzik grubuyuz diyorum. Konserlerimizde kendi bestelerim yanında ülkemizde yıllardır sevilerek dinlenen eserleri de seslendiriyoruz. Örneğin Barış Manço’ nun eserlerini seslendiriyoruz.


11-) Takdir ettiğiniz ve keyifle dinlediğiniz (yaşayan veya vefat etmiş) Türkiye’de ya da dünyada ki müzisyenler kimlerdir? Genel olarak ne tür müzik ten hoşlanırsınız?

Bahri Hoca; Müziğin hemen her türünü severek dinlerim.  Amerika’da olmanın bir avantajı da her tür müziğin icra edildiği konserlere gidebilmeniz. Bulunduğum şehir müzik açısından çok aktif. Haftanın hemen her günü bir yerlerde canlı müzik dinleme fırsatınız var. Yaz boyu şehir merkezinde belediyenin düzenlediği konserler oluyor. Bu konserlerden birini de grubum TÜRKANA olarak vermiştik. İsim vermeye kalkışırsam çok uzun bir liste olacaktır. 


12-) İkiz kızlarınız olduğunu biliyoruz. Elbette babalık da önemli bir sorumluluk. Bilimi, müziği ve babalığı beraber nasıl götürüyorsunuz hayatınızı nasıl programlıyorsunuz?

Bahri Hoca; Yaşantımda ailem öncelik taşıyor elbette. İsim ve ailemin yanında müzisyenlik ve yazarlığı sürdürebilmemi büyük ölçüde bana bu konularda destek olan eşime borçluyum. Amerika’da    ki yaşamın düzenli olması ve zamanınızı en etkin bir şekilde kullanabilmenizi sağlaması üretken olmada önemli bir etken.   


                                                                   Röportaj; Abdulhadi Fırat, Özge Balpınar
                                                                                              

Share:

0 yorum